Ebediyat / Yaz Çiz Tahtası Ocak 25, 2016

Uğur’suz Yıllar

Dün Uğur Mumcu’yu andık. 1993 yılında göçtü gitti bu hayattan. Ben 2 yaşındaymışım o gittiğinde. Neredeyse hiç hatırlamıyorum o zamanları. Ama birkaç yıl sonra gördüm onu. Biraz büyümüş ama olan biteni biraz bile anlayamamışken.

Arabasını gördüğümü hatırlıyorum. Daha doğrusu harabeyi… Sanki küçüklüğümde kırdığım bir oyuncak araba gibiydi. Üstüne bastığım, ezdiğim, fırlattığım ve her parçası darmadağın olan bir oyuncak araba gibiydi. Ama çok gerçekçiydi…

Bunu nasıl bir gücün yaptığını hayal bile edemezdim o zamanlar. Çocuk aklıyla nasıl düşünürsün ki, koca bir arabayı bu hale getirebilecek bir gücü. Tabii bi de olayın Mumcu yanı var. Benim o zamanlar gördüğüm sadece bir arabaydı, parçalanan. Peki ya Mumcu? O yıkılmaz dev…

Her zamanki bir akşam vakti eve gelmişti belki de. Eşi ve çocuklarıyla son vakitlerini geçirdi bilmeden, zaten kimbilirdi ki olacakları? Ya da kim tehayyül edebilirdi, böyle bir zalimliğin yaşanacağını?.. Hergün olduğu gibi kalkıp işine gidiyordu o sadece. Ve 1 saniye sonra yoktu artık…

Dün, yani ben 24 yaşıma geldiğimde, yani onu ilk gördükten belki de 20 yıl sonra, yani ben bişeyleri anlamaya başlamışken hayatta ve hala anlayamadığım şeyler sürüsüne bereketken, yani 24 Ocak’ta, onu andım. Tek başıma değildim. Belki de uzun bir süre tek başıma kalmayacağım bu hayatta. Ama o an emin oldum ki, Mumcu da ölürken yalnız değilmiş. Kimse, hele bir fikri savunan, sadece kendisi için değil herkes için uğraşan, doğruları söyleyen hiç kimse yalnız ölmüyor bu hayatta. Onunla beraber yürüyen insanlar da hayatta ve ölümden sonra onunla kolkola yürüyor.

Bir adamın her şeyi değiştirmeye gücü yeter. Önemli olan inandığı şeyi sonuna kadar savunmaya cesareti olmasıdır. Tabii burada kıl ve tüy olmak isteyip değişik sesler çıkaran kişilerden bahsetmiyorum. Onlar ki cehaletin sardığı kişilerdir. Benim bahsettiğim, kendisini hayatının merkezinden çıkartıp herkes için çabalayan ve bunun için canla başla uğraşan kişilerdir. Onlar hiçbir zaman unutulmaz ve öldükten sonra da fikirleriyle ve hayata kattıklarıyla yaşarlar.

Mumcu da onlardan biriydi. Onun için gerçekleri öğrenmek, gerçekleri göstermek, milleti bu uykudan uyandırmak ve dalalet içindekileri de karanlıktan kurtarmak önemliydi. Ancak onun aydınlığını almak istediler. Bir meşaleyi söndürdüler, yolu tekrar karartmak için. Karanlıkta kaldık…

Şimdi ise yanan bir ampulü söndürmek istemiyor kimse. Ampul ki; elektriği sömüren, kendi dibini aydınlatırken çevreye bir gram ışık vermeyen, elini üstüne koysan dahi içini ısıtmayan bir ampul. Ama geleneklerinden vazgeçmeyen bir milletiz işte. Daha iyisini istemeyen, “Bizimkisi bize yeter!” deyip bozulana (ve bozulduğunu farkedene) kadar ampulü kullanan bir milletiz.

Artık kendimi “millet” kavramından çıkartmak istediğimi farkettim. Çünkü bu “millet”in içinde olanlar koyun misali takip ediyorlar çobanlarını. Ben artık kendimi “vatansever” tanımına atıyorum. Çünkü biliyorum ki; Gazi Mustafa Kemal, silah arkadaşları, Nazım Hikmet, Namık Kemal, Abdi İpekçi, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı ve Uğur Mumcu gibi kişiler bir vatansever olarak ölmüşlerdir. Onların yaktıkları ateşte herkes ısınmış ve aydınlanmıştı, bir ampulün aksine…

Ben de bir ampul değil bir meşale olarak devam edeceğim hayatıma. Öyle bir meşale ki, kendinden öncekiler gibi aydınlatacak yolu ve ısıtacak insanların içini. Bu yüzden bişeyleri değiştirmek şart. 

Bir sözü var Thoreau’nun “Nesneler değişmez, biz değişiriz.” diye. Ben bunun olmasını artık kabullenemiyorum. Önce bu sözden başlıyorum değişime… “Nesneler değişmezse, biz değiştiririz. Ama kırarak dökerek değil, konuşarak çözerek…”

You may also like...